31 Aralık 2012
Merlin
5 sezon boyunca Arthur gerçeği öğrense de Merlin'in ve bizim başımız göğe erse diye bekledik ama boşuna. Bu aşamayı o kadar yavaştan aldılar ve sezonlara yaydılar ki, Arthur öğrendikten sonraki aşamada bir o kadar yavaş ilerleyecek diye düşünmüştüm. Gelin görün ki öngörülerim sezon finalinde nerdeyse son 15-20 dakika kadar sürdü. Şimdi soruyorum, final bölümünü aceleye getirmeye ne lüzum vardı? 5 sezondur Morgana dokuz canlı kedi gibiydi, 15 sn. içinde nasıl ölüverdi? Hayır anlamıyorum Merlin Mordred'ı neden 5. sezon boyunca öldürmedi? Merlin ejderhayı neden Arthur ölünce çağırmayı akıl etti, ejdarha yaşlandı yorulmasın diye mi? O zaman hani en çok Arthur'u düşünüyordu? Arthur yaralandığında Merlin niye zırhını çıkarmadı, adama baktıkça benim kalbim sıkıştı yani? Dizin boyunca birebir efsaneye bağlı kalınmadığını biliyoruz, madem öyle Arthur'u da final yapıcaz diye alelacele öldürmelerine gerek yoktu. Merlin'in gerçekte kim olduğunu öğrendikten sonra bitseydi de bizde Albion topraklarını birleştirecekler bilmem ne filan diye hayalini kursaydık. Diziye olan karşılıksız sevgimden ötürü final bölümünü o kadar da yerden yere vurmaya gerek yok. Son sezonda Merlin ve Arthur'un arkadaşlığı ve önceki sezonlardaki efekt eksikliğinin giderilmesi diziyi bambaşka hale getirmişti. O yüzden en azından bir sezon daha süreceğini beklemedim değil. Finaldeki son sahnelerle ilgili söylenebilecek şey İngilizlerin kendini beğenmiş ve muhafazakar anlayışlarının yansımasının ürünü olduğu. Yine de en sevdiğim dizidir orası ayrı.
Oyuncuların yorumlarına göre dizinin final yapmasının tam zamanıymış. Pek öyle düşünmesek de yapacak bir şey yok. Fantastik ve aksiyon dizilerini sevenler, hangi diziye başlasam derdinde olanlar için tavsiye edebilirim. Ama uyarıyorum dizide aşk yok arkadaşlar. Odaklanmanız gereken ve diziyi sevdiren şey Merlin ve Arthur'un tatlı sert ilişkisi. Ha eğer dizi sürseydi ne olurdu? Fransa'daki Pierrefonds kalesini görme bahanesiyle Merlin'in setini görmeye gidebilirdik. Son olarak belirtmeden geçmek olmaz Bradley James gibi bir insan evladını dünyaya mal ettikleri için diziye ayrıca teşekkür ederim.
26 Aralık 2012
İspanya-Sevilla
Evet arkadaşlar şimdi hepinizin sorularını duyar gibiyim - merve neden ikinci kez İspanya yazısı yazıyor acaba? diye. Tabi bu soruyu soracak bir takipçi kitlesi lazım ki o da bende yok. Dolayısıyla soru soran olmadığı gibi, bundan önceki İspanya yazımı okuyan da yok. Her neyse elimdeki takipçiyi de kaybetmeden yazıma giriyorum.
Böylesi bir mirası korudukları için ayrıca tebriği hak eden bir toplum İspanyollar. Klasik olacak ama insanları Türklere benziyor. Hem tip olarak hem de davranış olarak. Ama açıkçası ben İspanyolları Türklerden daha sıcak, konuşkan ve cıvıl cıvıl buldum. Muhteşem Alcazar sarayını ve bahçelerini gezmeden dönülmeyeceğini söylemek isterim. Bahçesinde tavus kuşlarının bir nevi tavuk gibi dolaşıp elinizden ekmek yemesi ve mükemmel tüylerine yakından bakabilme şerefine erişmeniz mümkün. Ayrıca havuzlarında canlı balıklar var ki bunlara da ekmek attığınızda suda çıkan ufak çaplı savaşı izleyebilirsiniz. Dahası serçelerde elinizden ekmek yiyor. Yani benim öğle yemeğim olan ekmek buralarda tükendi. Size tavsiye bir kasa ekmekle gidin hayvansever biriyseniz. Gelelim İspanyol yemeklerine. Tapas diye bir şey var ki abartmaya gerek olmayan ama yenilse de yenilir türden bir yemek tarzı. Artık siz anlayın yani çok bayılarak yememişim işte. Son olarak muhteşem flamenko gösterisinden bahsetmek lazım. Sahilde klasik gitar çalan çocuklardan nefret etsem de flamenkonun gitaristi de solisti de dansçısı da bambaşkadır. Bir de flamenko oynayan kadına alee alleeee arriivaaa arrivaaaa yiiiiii diye bağırışlar vardır ki ben bile gaza gelip flamenko yapacaktım yani o kadar. Şimdi bu yazı çok uzun olmuş kimse okumaz kesin. Aaaa sokaklardaki mandalina ağaçlarından bahsetmeyi unutmuşum. Bir daha gidersem mandalina hasat zamanına denk getirmeyi düşünüyorum. O kadar çok ağaç var ki Türkiye'ye 10 kasa yanımda götürsem kimse hoop noluyo kardeşim mandalinalarımızı bırak demez.
Etiketler:
Gezi,
Kültür Sanat
28 Ekim 2012
Favori Barış Manço Şarkısı
Barış Manço'nun fazla bilinmeyen bir şarkısı. Nostaljik şarkıların bazıları fazlaca popüler olup artık can sıkmaya başlamışken, bu şarkıyı hiç duymayan büyük bir çoğunluk var. İyi ki de çok bilinmiyor. Şarkıya neden bayıldığımı anlatmak isterdim ama betimleme yeteneğim pek iyi değildir. Şarkıyla ilgili yorumları okuyunca herkeste aynı etkiyi yarattığını da anlamış bulunuyorum. İnsanın şarkıyı dinleyince birine aşık olası geliyor. Şarkının benim için önemi büyük olduğundan, bu şarkıyı beğenmeyecek ruhsuz biriyle ilişkimi kesebilirim o derece:V Yumuşak, duygusal, garip bir şarkı. Gitarı ayrı flütü ayrı güzel. Klibiyse basit ama aynı gariplikte. Hele ki ellerin kavuşamadığı sahne ve Barış abinin kayadan peri bacası yontması vardır ki klipte unutulmaz sahnelerdir. Üst üste dinleyeceğinize emin olduğum şarkının can alıcı sözleriyse 'yaşam denen uykudan uyanmasını bilen yar ola' kısmıdır:V
göklerden daha mavi
denizlerden daha derin
topraktan güzel kokan ne ola
rüzgardan daha serin
başaklardan daha nazlı
ayışığından daha ılık ne ola
ahu gibi gözleri baktıkça yürek yakan yar ola
denizlerden daha derin
topraktan güzel kokan ne ola
rüzgardan daha serin
başaklardan daha nazlı
ayışığından daha ılık ne ola
ahu gibi gözleri baktıkça yürek yakan yar ola
Etiketler:
Müzik
14 Ekim 2012
1900'lerde İngiliz Tarzı
Yeni keşfettiğimiz İngiliz dizisi Downton Abbey sayesinde ilgi alanım artık 1900'ler. Bu dönemin ilk yarısıyla ilgili filmleri çoktan izledim. Başta Düşes, Aşk ve Gurur olmak üzere. Dönemin aşklarının dizi/filmlere bu kadar konu olmasının nedeni malum. Duygularını gizlemek, aşkından ölsen de susmak filan filan. Bunlar aşkı ilginç kılan şeyler, ayrıca bu yöntem sayesinde kavuşmanın önemini anlar ve aşkınızın ömür boyu sürmesini sağlayabilirsiniz. Ha bir de duygularını en çok kim saklayabilirse ona seyirciyi kanser etme ödülü verilmeli diyorum artık. İngilizlerin aslında dünyanın en muhafazakar toplumlarından biri olduğunu hatırlatmama gerek yok. Victoria dönemi de bu açıdan çok meşhurdur. Kadın-erkek ilişkileri, her iki cinsiyetinde hayatını zorlaştırır nitelikteymiş. Kadınlar asil bir aileden geliyorsa elbette ki iyi bir koca bulabilir. Ama dünya güzeli de olsanız asil bir aileniz yoksa şansınız da yok demektir. Bu durumdaki insanlar için de metres almayı yasallaştırmışlar. Aslında bizim kültürümüzü beğenmeyen toplumların da böyle ayıpları olduğunu öğrenince şaşırıyoruz. Her neyse yargılamayı sonraya bırakıyorum. Asil koca bulmaktan bahsetmişken kolay olmadığını da söyleyebiliriz. Şöyle ki ne kadar şık ne kadar süslü olurlarsa işler o kadar yolunda gidiyormuş. Zaten kadınların toplumda evlenmek ve davetlere katılmak dışında pek bir fonksiyonu yok gibi görünüyorken, kadınlar kendilerini giyinmeye vermiş. Genel olarak bakıldığında harika bir dönem. Özenmemeniz için bir neden yok gibi. Erkeklerin kibar, inanılmaz şık, düşünceli ve aşk yaşamaya çok hevesli halleri ile kadınların zarafeti buluşunca kıskanıyoruz haliyle. ama şöyle bir düşündüm de bu kadar işe yaramaz işlerle uğraşıp hayatımı entrikaya ve iyi bir koca bulmaya adamanın sonu nedir? Bir işe yaramamak, rahat giyinememek ve aristokrasinin izin verdiği kadarını yapabilmek intihar sebebi olabilir. Ayrıca bir asil olarak doğmama ihtimaliniz de var ki, hayatınız o dönemde İngiliz asillerine hizmet eden 1 milyon küsür hizmetçiden biri olarak geçecektir. İşi uzattım da uzattım, amacım sadece kıyafetleri sergilemekti. Bu arada fotoğraflar The Metropolitan Museum of Art sitesinden alınmıştır.
Etiketler:
Kültür Sanat,
Moda Dekorasyon,
TV
10 Ekim 2012
Cracow Handmade Chocolate
Burası Krakow'da Rynek Glowny'e çıkan sokaklardan birindeki çikolatacı. Yalnızca el yapımı çikolatalar var. El yapımı çikolatanın diğer çikolatalardan ne farkı var demeyin. Pis boğaz denilebilecek türden iştahım olduğundan dükkan benim için çok tehlikeli bir yer. Sütlü çikolata, bitter ve beyaz çikolata mevcut. Bunları ayakkabı, ayıcık, kalp, at nalı vb. şekillerde bulmak mümkün. Bir de bir kap çikolatanın içine fındıkların bütün şekilde boca edildiği çeşitler var ki öyle böyle değil. Kısacası burda çeşitlerin sonu yok.
Dükkanın mutfağı herkesin görebileceği şekilde caddeye bakıyor. Burda çikolatanın eritildiği ve karıştırıldığı yerleri ve şekil verilen kalıpları görebilirsiniz. Fiyat konusunda bir kaç kişilik hediye çikolata almak isterseniz o zaman pahalı olabiliyor. Biz her girdiğimizde bir iki parça aldığımız için pahalı gelmedi. Pierogi ve el yapımı çikolata dışında anlatacak bir şey bulamadığımdan Krakow gastronomisi yazı dizime son veriyorum. Türk yemeklerinin tadını çıkarınız şimdilik hoşçakalın!
Etiketler:
Gezi
18 Eylül 2012
Krakow
Sevgili az sayıda takipçim, Polonya Krakow'dan aktarıyorum.
Unesco listesindeki bir şehirde gezmek gibisi var mıdır? Burda her bina, her köşe mi güzel olur? Polonya'nın erkekleri neden bu kadar yardımseverdir? Çinli turist istilasından kurtulabilmiş şehir var mıdır? Sular neden asitlidir? Babam böyle pasta yapmasını nerden öğrendi?
İkinci dünya savaşını görmüş geçirmiş olsa da tarihi yapılarını koruyabilen Krakow'da, yıkılanların yerine de aslına uygun binalar inşa edilmiş. Avrupa'nın en dindar ülkelerinden olan Polonya'da her köşe başında kilise mevcut.
Unesco kültürel miras listesinde olan Krakow Old Town Square inanılmaz bir yer. Türkiye'de bizim meydan dediğimiz yerlerle kıyaslanamaz. Tabi haliyle kalabalık. Fotoğrafta: sırrını kimsenin çözemediği numarasıyla AngryBird
18 Ağustos 2012
Bir Tutam Cennet
Romantik dram türü bir film gibi. Kanser olduğunu öğrenen bir kadının doktoruna aşık olmasıyla devam eden filmi beğenmedim benden söylemesi. Öncelikle çifti yakıştırmadım. Kate Hudson yaşlanmanın ilk sinyallerini veriyor. Her filmde gördüğümüz kocaman gülüşü ve şımarık tavırları da filmi basitleştirmiş. Filmin gerçeküstü bir kurguya sahip olduğunun diğer göstergesiyse doktorun yakışıklı olması. Yani hangi doktor bu kadar yakışıklı bu kadar mükemmel.
Romantik komedi filmlerinde ölmek üzere olan ya da ölen kahramanların kendini bulutların üzerinde melek şeklindeki bir zenciyle hoş sohbet halinde bulması da ayrı bir fiyaskodur. İşte bu nedenlerden ötürü filmi beğenmedim. Bu tarz bir film izlemek isterseniz Just Like Heaven (Cennet Gibi) filmini öneriyorum. Ha birde filmin sonunda kadın ölünce tam boğazınızın düğümlenecek gibi olduğu bir an geliyor. Ama hemen sonra parti havasında bir cenaze töreni ile hevesiniz kursağınızda kalıyor. Ay çok iyi insandı, şöyle neşeliydi, böyle eğlenirdi sözleri eşliğinde şampanyalar patlıyor. Duygulanmak şöyle dursun, kadın iyi ki ölmüş biz de bu vesileyle parti yapıyoruz havasında bir kalabalık. Olmamış, sıkılmışım romantik komedilerden.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Etiketler
- Doğa (5)
- filmler (39)
- Gezi (6)
- Kitaplar (11)
- Kültür Sanat (7)
- Moda Dekorasyon (4)
- Müzik (11)
- Özel Günler (5)
- TV (7)