27 Mart 2012

This Means War

CIA'in arkadaştan öte kardeş olan iki ajanı aynı kadına aşık olsa, ajanlar hem çok yakışıklı hem de çok yetenekli olsa, kadın kimi seçer? Filmin başında ajanlar en yakışıklı halleriyle rol keserken Burcu'yla iddiaya girdik. Ben oyumu uzun boylu mavi gözlü çapkın ajandan yana kullandım, o da duygusal düşünceli romantik prensten.
Lauren (Reese Witherspoon), aşktan yana kara talihinden yakınırken, bir internet sitesinde randevulaştığı turist rehberiyle (aslında ajan ama bilirsiniz CIA bu, öyle herkese her yerde ajanım diyemezler) tanışır. Aynı gün DVD seçerken diğer ajanla karşılaşır. Film bu ya ajanların ikisi de kızdan çok hoşlanır ve kız kimi seçerse diğeri aradan çekilmeyi kabul eder. Konu size enteresan gelmese de gülüp eğleneceğinizi garanti ediyorum. Ajanlar öyle jestler yapıyorlar ki, kızın kimi seçeceğiyle ilgili tahminleriniz sürekli değişiyor. 
 Bu aralar o kadar çok makale okuyup o kadar çok rapor yazıp ödev yapıyorum ki, artık bir filmi izlerken bile  filmin konusu, önemi ve teorik çerçevesini görmek ister olmuşum. Burda benimsenen kuramsal yaklaşım da her zaman ki gibi. (İiiyyygg nolmuş bana böyle:D)  Yani esas kız, her zaman çapkın iflah olmaz deli dolu ve sürprizler yapan tarafı seçiyor. Kızlardaki bu serserilere aşık olup onları yola getirme azmine hayran olmamak elde değil. Sanmayın ki romantik sessiz sakin tipler kadınlar konusunda daha şanslı.

8 Mart 2012

J. Edgar Hoover

Eveettt, öncelikle belirtmeliyim ki filmden beklentiniz yüksek olmasın sakın haaaa. Öyle benim gibi fragmanları takip edip, ay koskoca FBI kurucusu eşcinselmiş, film onun hayatını anlatıyormuş diye gaza gelmeyin. J. Edgar Hoover rolü, Leonardo Di Caprio'ya yakışmış. Burda Clint Eastwood'u anlamadığım bir nokta var: Güzelim Di Caprio'yu bulmuşsun, ne diye adamı başarısız bir şekilde yaşlandırıp, gençlik yıllarını daha az gösteriyorsun. Yani zaten FBI'ın kuruluş yıllarını anlatmak başlı başına meseleyken, neden yaşlı bir adamın son günlerini anlatmayı tercih edeceksin ki. Her neyse bir de Naomi Watts'ı hiç bu kadar kenara itilmiş silik bir rolde izlememiştim. Arada bir o buruşuk suratıyla Edgar'ın odasına dalmasa varlığını unutuyordum.
Filmden çıkınca Edgar Hoover kimmiş, gerçekte neler yapmış hiç araştırma duygusu uyanmadı içimde. Ki normalde biyografi tarzı filmleri izledikten sonra ana karakterin gerçek hayatını araştırma hissi duyarsınız. Eminim Amerikalıların film hakkında söyleyecekleri çok şey vardır. Sonuçta kısacık da olsa bir tarihleri var ve birbirlerine kenetlenmek için 11 Eylül uydurması saldırılar kadar Hollywood filmlerine de ihtiyaçları var. Laf sokuşturmayı bir kenara bırakıp filme dönecek olursak, bence izlenmeye değmez. Film bitince ne Hoover'ın eşcinsel aşk hayatından bir şey anlamış olacaksınız ne de FBI'ın kuruluş döneminden. Zaten en önem verdiğim şey olan film müzikleri adına bir şey duyamadım, burdan da sınıfta kaldı Eastwood.
Arada bir baş rollerin eşcinsel olmaları vurgulanarak, seyirciyi germeye yönelik yakınlaşmaya benzer şeyler yaşansa da, filmin böyle bir duyguyu verebilmekten çok uzak olduğunu söylemeliyim. Filmden sonra Edgar'ın aşkı Mr. Tolson'a bakmadan edemedim. İşte FBI'ın kurucusu ve has adamı, gerçek aşıklar:

Related Posts with Thumbnails

Etiketler